|
1. Giriş Bir bilim felsefesi olan gerçekçiliğin birçok kolu vardır ve bu kolların birbirinden tümüyle farklı olmadığı kabul edilirse de bu kollar, bilimsel, eleştirel gibi farklı sıfatlarla tanımlanmaktadır. Burada bu kollardan, genellikle Roy Bhaskar'ın çalışmalarıyla tanımlanan eleştirel gerçekçilik ve Bhaskar'ın çalışmalarından daha geniş bir çerçevede tanımlanan, ancak bir ölçüde eleştirel gerçekçilikle temel ortaklıkları olan içsel ilişkiler felsefesi ele alınacak. Bu iki akım arasında dikkate değer farklılıkların olduğu açıksa da, her ikisinin belirli bir Marksist bakış açısına sahip olmaları ve sosyal bilimler felsefesi temelinde birçok kavramı paylaşmaları birlikte düşünülebileceklerini göstermektedir. Bu iki yaklaşımın birlikte düşünülmesi, ilişkisel, tarihsel ve bütüncül (total) bir toplumsal gerçeklik kavramsallaştırması için gerekli kavramsal araçları sunacaktır. Gerçekçi-ilişkisel terimi de, bu ortak özelliği vurgulayan bir terim olarak kullanılacaktır. Gerçekçi-ilişkisel yaklaşım, gerek gerçeklik tanımı, gerek bilgi kavrayışı ve nedensellik tanımı ile pozitivist anlayışa ciddi bir eleştiri getirirken, post-modern ve post-yapısalcı düşünceyle özdeşleşmiş relativizme de bir alternatif oluşturması bakımından önemlidir. Daha somut düzeyde, ilişkisel, tarihsel ve bütüncül bir bakış açısı sunan gerçekçi-ilişkisel yaklaşım, toplumsal gerçekliğe dair kurulan ikilikleri (dualities) ya da ayrımları anlamak ve aşmak için gerekli olan kuramsal çerçeveyi sağlaması açısından önemlidir. Yazıda öncelikle eleştirel gerçekçilik ve içsel ilişkiler felsefesinin ontolojik ve epistemolojik öncülleri ele alınacak. Nedensellik ve bilgi kavrayışlarına ek olarak, soyutlama, geridönüm (retroduction) gibi kavramları ve yaklaşımların Marksizmle ve tarihsellikle olan ilişkileri tartışılacak. Gerçekçi-ilişkisel yaklaşımın temel yöntemsel öncüllerini ortaya koymak için daha çok eleştirel gerçekçi literatürden yararlanılırken, tarihsellik ve Marksizm gibi konularda içsel ilişkiler felsefesi kaynak oluşturacak. 2. Eleştirel Gerçekçilik
1. Bizim ona dair bilgimizden bağımsız bir dünya mevcuttur.Bu noktaları daha ayrıntılı ele almak için, eleştirel gerçekçiliğin epistemolojik ve ontolojik öncüllerine daha yakından bakmak gerekecek. Eleştirel gerçekçilik, algımız ve gözlemimiz dışında bir gerçeklik olduğunu kabul eder. Gerçeklik, ilişkilerin nesnel maddi yapısından oluşur. Bu yapı doğrudan gözlemlenir değildir. Gözlemlediğimiz şeyler aslında altta yatan maddi ilişkiler yapısı ile açıklanmalıdır (Ashworth vd. 1990:21). Toplumsal gerçeklik birbiriyle örtüşen üç düzey ya da alanla tanımlanır: görgül, fiili ve gerçek alanlar. Görgül düzey deneyimler ve gözlenebilir olaylara karşılık gelir. Fiili düzey, gözlensin, gözlenemesin olayları kapsar. Gerçek düzey ise, diğer iki düzeyi kapsayan, olayları ortaya çıkarma güç ve yetisine sahip yapılar, süreçler, mekanizmalara denk düşer (1990:5). A. Sayer bu yapıları içsel olarak ilişkili nesneler ve pratikler olarak tanımlar. Örneğin, mal sahibi ve kiracı arasındaki ilişkinin kendisi özel mülkiyeti, rantı, artığın üretimini önceden var sayar. Bunların tümü bir yapı oluşturur (1992:92). Bhaskar ise yapı ve mekanizmaları eş anlamlı gibi kullansa da, mekanizmaların, yapılanmış şeyleri belli bir şekilde eylemeye yönelten nedensel güçleri karşılayacak şekilde kullanılmasının daha yerinde olduğunu söyler. Aile, ulus-devlet yapıyı örneklerken, 'pazar' mekanizma için bir örnektir (Bhaskar, 1989:170). Sosyal ve doğal gerçekliği gerçek kendilikler ve onların ilişkileri oluştururlar. Sosyal gerçeklik, "içinde her bir sosyal olayın (episode), sosyal aktörlerin meydana getirdiği bilişsel kaynakların ürünü olduğu; sosyal düzenlemelerin maddi ancak gözlenemeyen ilişkiler yapılarının ürünü olduğu" (Blaikie,1993:98), toplumsal olarak kurulan bir dünyadır. Eleştirel gerçekçiliğin gerçekliği böyle tanımlaması, ontolojisinin, pozitivist ontolojiden farklılığını gösterir. Pozitivist anlayışta gerçeklik, birbirinden ayrı, atomistik ve gözlenebilir olaylardan oluşurken, eleştirel gerçekçiliğin gerçeklik tanımı ilişkileri, nedensel güçlere sahip gözlenemeyen mekanizmaları, süreçleri kapsar. Pozitivizmin yalnızca gözlenen ve de-neyimlenen kendilikleri gerçek, dolayısıyla bilimin konusu olarak kabul etmesi (Ashworth, 1990:94) ve gözlenemeyen görüngülerin varlığını reddi, gerçekliği gözlenebilir ve ampirik olarak test edilebilir görüngülere indirgemesi demektir. Pozitivizmin, gözlenemeyen kendilikleri, mekanizmaları, yapıları ve nedensel güçleri gözardı eden yetersiz, sınırlı gerçeklik kavrayışı karşısında, eleştirel gerçekliğin gözlenebilir/gözlenemeyen görüngüleri, mekanizmaları, yapı ve süreçleri kapsayan gerçeklik anlayışının, gerçekliğin çok daha kapsamlı bir şekilde açıklanması ve anlaşılmasını olanaklı kılacağı açıktır. Eleştirel gerçekçiliğin gerçeklik tanımı, onu, algı, bilgi, söylemsel pratik ve yorumdan bağımsız bir gerçekliğin varlığını reddeden relativist, yorumcu yaklaşımlardan da ayırmaktadır. En temelde, eleştirel gerçekçilik, algı ve yorumdan bağımsız maddi bir gerçekliğin varlığını kabul eder. 2.1. Eleştirel Gerçekçilik ve Bilgi
Eleştirel gerçekçilik, bilginin yanlışlanabilir ve kuram-bağımlı olduğunu, yanlışlık ve doğruluk kavramlarının bilgi ve bilgi nesnesi arasındaki ilişki hakkında tutarlı bir kavrayış sunmada yetersiz olduğunu ileri sürerek, evrensel doğrunun ya da yanlışlanabilirliğin bilgi için bir kriter olduğu ve bilginin kuramsal olarak yansız (theory-neutral) kabul edildiği pozitivist yaklaşımdan farklılaşır. Bilgi, ne pozitivistlerin savunduğu gibi kuramsal olarak yansızdır, ne de yapısalcıların kabul ettiği gibi kuram tarafından belirlenir (theory-determined); bilgi kuram-yüklüdür (theory-laden). Bu anlamda, kuramsal olarak yansız bir bilimi gerektiren doğruluk ve nesnellik kriterlerinden bahsetmek olanaklı değildir. Eleştirel gerçekçilik, bilginin ve gözlemin kuram-yüklü olduğunu ileri sürerek, yalnızca kuramın sağladığı kavramsal kaynaklar aracılığıyla dünyanın anlaşılabileceğini kabul eder, ancak bu kavramsal kaynakların dünyanın kendi yapılarını belirlediği görüşüne karşı dururlar (A. Sayer, 1992:83). Pratik olarak yeterli olup olmama temelinde, maddi dünya hakkında bu kavramsal kaynaklardan, yani kuramdan bir anlamda bağımsız yargılara varılabileceğini savunurlar. Bilgi ve gözlem kavramsal sistem içinde üretilse de, bu anlamda kuram yüklüyse de, bilginin pratik olarak yeterli olup olmadığı kriteri, bu kavramsal sistemin ya da kuramın bilgiyi belirlediği düşüncesini geçersizleştirir. A. Sayer, doğruluk kavramı yerine 'pratik yeterlilik' kavramını önerir (1992:69). Pratik olarak yeterli olabilmek için bilgi, dünya ve eylemlerimizin sonuçları hakkında beklentiler üretmelidir. Bilginin pratik olarak yeterliliği, nesne ya da sosyal görüngülerin zorunlu ya da olumsal olarak ilişkilendiği bağlama göre farklılık gösterir ve bu sebeple, mutlak değildir. Bilgi kriteri olarak pratik yeterlilik, bilimin ya da bilgi üretiminin toplumsal bir pratik olduğu görüşü ile bağlantılıdır. Bilgiyi geliştirmek için, dilsel, kavramsal, kültürel ve maddi ham madde ve araçlara gereksinim vardır. Bilgi, insan dışında sahip olunan bir 'şey' ya da insan beyninde tamamlanmış bir biçim değildir. İnsanlar düşünmeyi ve eylemeyi öğrendikleri toplumdan bağımsız bilgi geliştiremezler. Dolayısıyla, bilgi, insan pratiğinden ayrı düşünülemez. A.Sayer, yalnızca gözleyebileceğimiz şeylerle ilgili değil, aynı zamanda ne yapabileceğimiz ve nasıl yapabileceğimizle ilgili kavramlar geliştirir ve kullanırız der: Bilgiyi, dünyayı temsil etmeye ya da yansıtmaya çalışan bir fotoğraf gibi düşünmekten kaçınmak akıllıca olacaktır. daha iyi bir benzetme, dünyada bir şeyler yapmamız ve olaylarla başa çıkmamız için araçlar sağlayacak harita, reçete ya da bir tür elkitabı olabilir. (A.Sayer, 1992:59)Diğer bir deyişle, bilgi yalnızca dünyanın bir temsili değildir, dünyada birşeyler yapmanın aracıdır. 2.2.Eleştirel Gerçekçilik ve Nedensellik
Gerçekçi anlayışta, nedensellik, 'nedensel güçler', 'maruz kalışlar' (liabilities), daha genel anlamda 'eyleme yolları've 'mekanizmalarla' ilgilidir. Bu nedensel güç ya da eğilimler, tek bir nesne ya da bireyde değil, toplumsal ilişkilerde ve yapılarda bulunur. Örneğin, birey olarak bir öğretmenin sahip olduğu güç, yalnızca karakterine indirgenemez, öğrenciler, iş arkadaşları ve amirleriyle ilişkilerinden ortaya çıkar (A.Sayer, 1992:105). Bir nesnenin nedenselliği, sahip olduğu güç, kendi içinde değil, yer aldığı ilişkiler ağı içinde tanımlanır. Eleştirel gerçekçiliğin nedensellik kavrayışını pozitivist nedensellikten ayıran özellik mekanistik bir nedensel ilişki kavrayışına karşı duruşudur: "Nedensellik iddiası birbirinden ayrı şeyler ya da olaylar arasındaki düzenlilik hakkında değil, bir nesnenin neye benzediği, ne yapabileceği ya da herhangi özel bir durumda ne yapacağı ile ilgilidir" (Sayer, 1992:105). Bu görüşü şöyle formüle etmek yanlış olmaz: C, E'ye neden olur ancak C'nin E'ye neden olmadığı durumlarda da, bu ikisi arasındaki ilişki kalıbından bağımsız olarak nesnelere nedensel güç ve eğilimler atfedilebilir (105). Bu, nedensel güçlerin ve eğilimlerin gerçekleşmesinin ve ortaya çıkmasının bağlı olduğu koşullarla ilgili birşeydir. Koşullar burada, kendi nedensel güç ve eğilimlere sahip nesneler ve onların diğer nesnelerle ilişkilerine karşılık gelmektedir. Örneğin, bir kişinin çalışması, onun için iş olup olmamasına bağlıdır. Bir nesne ile nedensel gücü zorunlu olarak ilişkili olsa da, bu nedensel gücün gerçekleşmesi olumsaldır. Bir güç, ortaya çıktığında da, nedensel mekanizmaların etkisi yine diğer nesnelerin nedensel güçlerine ve diğer nesnelerle ilişkilerine bağlıdır. Diğer bir deyişle, nedensel güç ve mekanizmalarla, bunların etkileri arasında sürekli, değişmez bağlantılar tanımlamak doğru değildir: "Nedensel güçler ya da mekanizmalarla, bunların etkileri arasındaki ilişki sabit değil, olumsaldır." (A. Sayer, 1992:107) Tüm bunlar ışığında, eleştirel gerçekçiliğin süreçleri ve değişimi üreten, yaratan, ortaya çıkaran, nesne ve ilişkilere ait nedensel güçleri temel alan nedensellik kavrayışının, nedenselliği iki olay arasındaki 'evrensel sabit bağlantılar' olarak görmekten uzak olduğu açıktır. Nesnenin ve ilişkilerin nedensel güçlerinin ve bunların ortaya çıkışının, diğer nesne ve ilişkilerin nedensel güçleriyle ilişkili olması, nedenselliğin, toplumsal gerçekliğin bir bütün olarak algılanması temelinde kavramlaştırıldığını gösterir. 2.3. Eleştirel Gerçekçilik ve Soyutlama
Soyutlama, çeşitli öğe ve güçlerin kombinasyonuyla oluşan somut nesnelerin bir tek yönünün ya da bir bölümünün düşünce düzeyinde yalıtılmasıdır (A.Sayer, 1992:87). Toplumsal ilişkinin karmaşıklığı nedeniyle, somut nesneleri oluşturan güç ve süreçler kombinasyonunu anlamak için bir ilişkiyi ya da öğeyi soyutlamak gerekir, bu güç, öğe ya da süreçler gerçeklikte ayrı, yalıtılmış olarak var olamasalar bile. Somut bir nesnenin soyutlanmış yönlerini inceleyerek, nesnelerin somutluluklarını ve karmaşıklıklarını anlamaya yarayacak kavramlar oluşturmak için soyutlamaları birleştirmek mümkündür. (87) Diğer bir deyişle, her bir soyutlama, gerçeklikte somut nesnenin bir boyutudur ve bu soyutlamaların araştırılması ve kombinasyonu somut olguları anlamaya yardım edecektir. Soyutlamanın daha iyi anlaşılabilmesi için, eleştirel gerçekliğin toplumsal gerçekliği kuran içsel/zorunlu ve dışsal/olumsal ilişkiler ayrımına bakmak gerekir. Dışsal/olumsal bir ilişki içinde, her nesne birbirinden bağımsız var olabilir, bir diğeri olmadan herhangi özel bir ilişki içinde yer almaları mümkündür (kapitalizm-patriyarki ilişkisi gibi). Içsel/zorunlu bir ilişkide ise, nesne diğer nesneyle olan ilişkisine bağlıdır, birinin varlığı zorunlu olarak öbürünün varlığını gerekli kılar (sermaye-emek, köle-efendi ilişkisi gibi) (Sayer, 1981:9).Bhaskar bazı ilişkilerin içsel, bazılarının dışsal olduğunu farketmenin önemli olduğunu söyler. Bhaskar'a göre, doğaya ait bazı ilişkiler içsel, çoğu toplumsal ilişki içsel değildir. Bir ilişkinin tarihsel bir zamanda zorunlu/içsel bir ilişki olup olmadığı, ilke olarak açık bir sorudur. (Bhaskar, 1989:42). Diğer taraftan, Jessop, dışsal/olumsal ilişkilere daha çok vurgu yapar. Jessop'a göre heterojen toplumsal ilişkilerin kesin çizgileri, görece birliği ve ayırdedici dinamikleri daima olumsal ilişkiler içinde ve onlar aracılığıyla kurulur. Makro-toplumsal gelişmelerin büyük bölümü anarşik ve plansızdır. (Jessop, 1990:103). Bu toplumsal gelişmenin 'olumsal zorunluluğunu' işaret eder. Toplumsal ilişkilerde olumsallığı vurgulayan bu yaklaşımlar yanında, eleştirel gerçekçilik içinde A. Sayer kuramların en güçlü iddialarını soyut düzeyde, içsel/zorunlu ilşikiler hakkında yaptıklarını ileri sürer. Soyutlama içsel ilişkili nesne ve pratikler kümesi olarak tanımlanan yapıların tanımlanması için önemlidir (A. Sayer, 1981:9). Bu anlamda, soyutlama daha çok içsel/zorunlu ilşkilerle ilgilidir ve toplumsal gerçeklikteki bu ilişkileri farketmeyi, tanımlamayı amaçlar. 2.4. Eleştirel Gerçekçilik ve Marksizm
Eleştirel gerçekçiler Marx'ın yapıtlarına büyük ölçüde borçlu olduklarını ileri sürerler. Eleştirel gerçekçiliğin bir ölçüde, Marksizmi ve eleştirel gerçekçi kuramsal ve yöntemsel çerçeveyi birleştirme çabası içinde olduğu söylenebilir. Marx'ın da benzer bir biçimde bilimi, altta yatan yapıları anlamak için kavramları soyutlama süreci olarak gördüğünü savunulur (bkz. Roberts,1999:22). Soyutlama yöntemi, eleştirel gerçekçilerin Marx'ı izlediklerini ileri sürdükleri temel alanlardandır. Eleştirel gerçekçiler Marx'ın geridönüm yöntemini kullandığını ve örtük biçimde gerçekçi nedensellik kuramıyla çalıştığını ileri sürerler (bkz. Roberts, 1999:34). Marx, altta yatan yapılar bağlamında açıklayıcı olacak, toplumsal yaşamın görünen ve gözlenebilir yönlerini ele alır. Bu yönlerin, herbir yapının merkezindeki nedensel mekanizmaların keşfi ile anlaşılabileceği, Marx'ın da, bu nedensel mekanizmaların doğasını analiz ederek Humecu bir olmayan nedensel ilişkiler görüşüne sahip olduğu, bu anlamda pozitivist bilimi ve genel yasalar aramayı ve buna ilişkin açıklama modelini reddetteği ileri sürülür. Öte yandan, Marx toplumsal formasyonun nesnel biliminin mümkünlüğüne inanır. O, hem bir doğalcı hem de gerçekcidir (Keat ve Urry, 1975:96). Eleştirel gerçekçilik ve Marx arasındaki ilişkiyi bu şekilde kuran argumanların birtakım eleştirilere maruz kaldığını belirtmek gerekir. Örneğin, John Roberts eleştirel gerçekçilerin Marx'ın bu yöntemsel projesini yanlış yorumladığını ve kuram ile pratiği birleştirmeyi gözardı ettiğini ileri sürer. Eleştirel gerçekçiliğin soyutlama, geridönüm ve nedensellik açıklamalarında tarihsellik dışı bazı öğeler bulur ve Marx'ın yöntemini, tarihsel materyalizmi bunlardan ayırır (Roberts, 1999). Marksist olmayan ancak eleştirel gerçekçiliği yöntem olarak benimseyenlerin yanısıra, Jonathan Joseph gibi eleştirel gerçekçiliği, Marksizmin özünü koruyarak, bazı Marksist yaklaşımlara eleştirel yaklaşabilecek, Marksizme, Marksizmin güçlenmesine yardım edecek zemin hazırlayıcı bir felsefe olarak görenler de vardır (Joseph, 2001). Görüldüğü gibi, Marksizm ile eleştirel gerçekçilik arasındaki ilişkinin niteliği tartışmalıdır. 3. İçsel İlişkiler Felsefesi
Onlara göre Marx, toplumsal gerçekliği, kesin olarak çizilmiş, birbirinden ayrı, birbirini etkileyen birimlerden oluşmuş olarak görmemiştir, yani gerçekliğe atomistik bir bakış açısıyla bakmamıştır. Marx, daha çok, gerçekliği, içinde her bir öğenin diğeriyle ilişkisi temelinde tanımlanabildiği ve var olduğu içsel ilişkilerin karmaşık bir ağı olarak görmüştür. (D. Sayer, 1987:19). İçsel ilişkiler felsefesine göre, sermaye, emek, ücret gibi herhangi bir toplumsal görüngü 'kendinde' tanımlanamaz. Bunlar birbirlerinden bağımsız, birbirlerini dışsal olarak etkileyen özerk tikellikler olarak düşünülemez. D. Sayer: "belirleyen ve belirlenen görüngülerin mantıksal olarak birbirinden ayrı, zorunlu değil, olumsal olarak ilişkili" olduklarını ileri sürer (1987:22). Belirlenim ilişkisi, mantıksal olarak birbirinden bağımsız, olumsal olarak ilişkili görüngüler için sözkonusudur. Diğer bir deyişle, içsel olarak tanımlanan görüngüler arasındaki ilişkiler belirlenim ilişkisi olamazlar. İçsel ilişkiler felsefesi Marksizme bu perpektiften yaklaşır ve altyapı/üstyapı, ekonomi/diğer, devlet/sermaye, devlet/sınıf, devlet/sivil toplum gibi kavram çiftlerinin, dışsal olarak ilişkilendirilmiş ikilikler biçiminde algılanmasını eleştirir. Birbirinden ayrı, kendi içinde bir bütün olarak tanımlanan iki görüngü arasındaki belirlenim ilişkisini reddeder. Çünkü bu görüngüler, toplumsal üretim ilişkilerinin belli bir tarihsel uğrak ve mekanda aldığı biçimlerdir ve bu anlamda da toplumsal üretim ilişkilerine içseldirler. Görüngülerin, birbirlerinden ayrı görünmeleri ya da aralarında bir belirlenim ilişkisi gözlenmesi tarihin belli bir uğrağında toplumsal ilişkilerin aldığı biçimlerle ilgilidir. Yani, toplumsal üretim ilişkilerinin aldığı biçimler olan bu görüngüler, birbirinden ayrı, diğer toplumsal ilişkilerden soyutlanmış gözükebilir. Ancak bu ya soyutlama düzeyinde mümkündür ya da bir görüntüdür. Gerçekte, içinde bulundukları ve biçimi oldukları toplumsal üretim ilişkilerinden ayrılamazlar ve bu nedenle de birbirlerinden ontolojik olarak ayrı düşünülemezler. Tarihdışı, sabit değişmez ikilikler olarak tanımlanan görüngüler arasındaki belirlenimcilik ve indirgemeciliğe karşı duruşları, bu yaklaşımı bütüncül, ilişkisel ve tarihsel bir gerçeklik kavrayışının merkezine koyar. 3.1. İçsel İlişkiler Felsefesi, Soyutlama, Geridönüm
Öte yandan, soyutlamanın gerçeklikle doğrudan ilişkili olduğunu vurgulamak gerekir. Diğer bir ifadeyle, düşünce ile soyutlamanın; gerçek ile somutun eşitlenmesi doğru değildir (A.Sayer, 1992:88). Soyutlamadan elde edilen kavramlar gerçeğe tekabül ederler; ancak gerçekliğin yalnızca bir parçasıdırlar. Bu anlamda birbirinden ayrı, yalıtılmış gibi görünen görüngülerin, bir amaç için gerçeklikten yapılan soyutlamalar olduğu ve gerçekliğin bir yönünü yansıttığı ileri sürülebilir. İçsel ilişkiler felsefesi içinde Marx'ın geridönüm yöntemini kullandığı, yönteminin geridönüm olduğu ileri sürülür. Corrigan vd.'ye göre Marx analizine soyut, evrensel kategorilerden değil, 'gerçek, somut' kategori-lerden başlamıştır (1978:25). Marx Kapital'de "'kavramlardan' başlamıyorum Çağdaş toplumda, emek ürününün temsil edildiği en basit toplumsal biçimden, metadan başlıyorum. Öncelikle, göründüğü biçimi inceliyorum" (aktaran Corrigan vd., 1978:26) demektedir. Geridönümü daha yöntembilimsel terimlerle tanımlamak için Ollman ve D. Sayer'in Marx'ın yöntemi üzerine analizlerini birleştirmek yerinde olacak: Marx'ın eleştirisi hayali ya da gerçek-somuttan yani görüngülerin verili dünyasından, dünyanın kendini bize sunduğu biçimden başlar; soyuta yani bu formları ifade eden zorunlu ilişkiler kavramları ya da gerçekliği aracılıklarıyla bütünü düşündüğümüz zihinsel parçalara ayıran zihinsel aktivite olarak tanımlanabilen soyuta; oradan da, düşünce yoluyla somutun üretilmesi ya da yeniden yapılandırılmış, o an kavranmış, zihinde var olan bütün olarak tanımlanabilecek düşünce somuta doğru hareket eder. (D. Sayer, 1987:131; Ollman, 1993:24) Bu yöntemle Marx, var olan görgül biçimleri, bu biçimleri açıklayan kurucu, zorunlu ilişkilerine ayırır. Böylece, bu ilişkilerin gerçekte neyi işaret ettiğinin tarihsel açıklamasına ulaşır. Meta, üretim gibi, belirli bir toplumsal ilişki içinde görgül olarak var olan gerçek-somuttan başlar. Daha sonra, bu görgül biçimleri açıklayabilecek zorunlu, içsel ilişkileri bulmaya çalışır. Bu ilişkiler, birbirinden ayrı görüngüler ve nesneler arasındaki düzenliliklerle ilgili değil, daha önce de belirtildiği gibi, "bir nesnenin neye benzediği, ne yapabileceği ya da herhangi tikel durumda ne yapacağı ile" ilgilidir (A.Sayer, 1992:105). Görüngülerin içinde bulunduğu zorunlu ilişkileri bulmak ve bu anlamda görüngülerin birer ilişki olarak algılanması, yine gerçek-somuta ancak bu kez görüngülerin "bir çok belirleyenin ve ilişkinin zengin bütünlüğü" (Sayer,1987:135) olarak tanımlandığı düşünce-somuta doğru ilerlemenin yolunu açacaktır. Marx'ın yönteminin, yani geridönümün böyle tanımlanması, varolan görüngü
ya da ilişki kavramsallaştırmalarını anlamaya hizmet edeceği, görüntülerin
ötesine giderek, herhangi bir görüngünün, ilişkinin yeni, farklı, alternatif
bir kavranışının yolunu açacağı için önemlidir. Gerçeklikte toplumsal bütünlük
içinde karmaşık ilişkiler içinde yer alan toplumsal görüngüleri incelemek
için, gerçekte birbirlerinden ayrılamasalar da düşünce düzeyinde soyutlamak,
yalıtmak gerekir. Bazen, bu görün-güler ya da ilişki çiftleri tüm bu toplumsal
ilişkilerden gerçekte yalıtılmış, ayrı olarak görünür, burjuva toplumlarına
özgü devlet/sivil toplum ayrımı gibi. Ancak, bu görüntü, dünyanın kendini
bize sunduğu biçim, gerçek-somut ya da hayali somuttur, bu da çözümlemenin
başlangıç noktası oluşturur. Çözümleme, buradan soyuta, daha sonra da yeniden
yapılandırılmış ve anlaşılmış bütüne ulaşacaktır. Yani görüntülerin ardındaki
3.2.İçsel İlişkiler Felsefesi, Tarihsellik ve Marx
Marx, üretici güçleri ya da üretimi ikili bir ilişkili olarak, hem maddi hem sosyal olarak tanımlar. Arazi, araçlar, hammadde, makine gibi maddi şeyler toplumsal bir özellik kazanırlarsa üretici güç olabilirler. Aynı şekilde, iş bölümü, bilimsel bilgi gibi toplumsal görüngüler de, fiili üretim süreçleri içerisinde maddileşmeden üretici güç olamazlar. (D. Sayer, 1991:26). Üretimin maddi ve toplumsal boyutunun Marx'ın düşüncesinde içsel/zorunlu olarak ilişkili olduğu açıktır. Geleneksel Marksist anlayış içerisinde, Marx'ın insan ilişkilerini, altyapıya ve üstyapıya dahil olmak üzere ikiye ayırdığını ve üretim ilişkilerinin yalnızca altyapıya ait olduğunu ileri sürenlere karşı, Marx'ın üretim ilişkilerini, verili bir üretim tarzının sebep olduğu toplumsal ilişkiler olarak tanımladığını ileri sürer (Sayer, 1991:75). Buna göre, üretim ilişkileri yalnızca insanlar ve şeyler arasındaki ilişkiler değil, onların belirli bir tarzda olmasını sağlayan insanlar arasındaki ilişkilerdir de. Üretim ilişkileri yalnızca ekonomik yapıya ait değildir, 'üstyapısal' olarak tanımlanan ilişkileri de kapsar. Marx'ın üretim ilişkilerini tümüyle ekonomik terimlerle tanımlamadığı açıktır. Marx ekonomiyi birbirinden ayrı güçlerin oluşturduğu bir ağ olarak değil, bir toplumsal ilişkiler bütünü olarak görür. Wood'un belirttiği gibi, Marx'ın burjuva siyasal iktisadına ilişkin radikal buluşu, üretim tarzını ve ekonomik yasaları 'toplumsal faktör' bağlamında tanımlamasıdır: Marx için, toplumun ekonomik yapısı, daha kapsamlı bir toplumsal ilişkiler bütünüdür (Wood, 1995:24). Bu ilişkiler üretimin ve dolayısıyla mülkiyetin tikel biçimlerini meydana getiren ilişkilerdir (D. Sayer, 1987:77). Marx'ın tarihsel materyalizmin önemli kavramlarından üstyapıya ilişkin söylediklerinin analizi de, içsel ilişkiler felsefesinin temelinde toplumsal bütünlüğe yaptığı vurguyu ortaya çıkaracaktır. D. Sayer, Marx'ın üstyapıyı görüngüsel biçimler kümesi ve içinde maddi ilişkiler bütününün oluşturduğu 'yapı'nın bilince çıktığı 'düşünsel' biçim olarak tanımladığını, bu nedenle, gerçekliğin ayrılabilir bir alanı olmadığını ileri sürer (1987:77) . Sayer'e göre Marx kavramlara, fikirlere, bilincin tüm ürünlerine ayrı bir varlık atfetmeyi eleştirir, maddi ve düşünselin ayrılacağı düşüncesini reddeder. Marx, devletin, hukukun, dinin ya da siyasetin üretim ve toplumsal iliş-kilerden tarihinden bağımsız, kendilerine ait bir tarihi olduğunu reddeder. Marx toplumsal görüngülerin insanların maddi ilişkilerinden bağımsız bir varlıkları olamayacağını vurgular; 'bilinç' gibi, tüm bunlar kendi başlarına var olamazlar ve onları böyle algılamak onları 'şeyleştirmek' olur (D. Sayer,1987: 89-90). Dolayısıyla, Marx maddi ve düşünsel arasında, 'altyapı-üstyapı' arasında içsel bir ilişki olduğunu vurgulamış, toplumsal görüngüleri bu anlamda toplumsal ilişkiler olarak tanımlamıştır. Toplumsal görüngülere ve ilişkilere bakarken, bunların tarihselliğini vurgulamak, bu görüngülerin ve ilişkilerin toplumsal ilişkiler içindeki yerinin tanımlanmasını ve böylece bu ilişkilerin görünen biçimlerinin ardındaki mekanizmaları, yani toplumsal ilişkileri görmeyi mümkün kılacaktır. Altyapı-üstyapı metaforu bu anlamda bu noktayı açan bir örnek olabilir. İçsel ilişkiler felsefesine dahil olanların yanısıra, birçok Marksist kuramcı 'ekonomik alanının', insanların hukuki, siyasi ve ahlaki ilişkilerden belirgin ayrımının, yalnızca kapitalizme özgü olduğunu ileri sürer. Kapitalizm içerisinde tüm toplumsal ilişkiler bireylere dışsal olarak görünür; bireylerin tüm toplumsal bağlantıları, ürünlerin değişimi aracılığıyla olduğundan, ekonomi ilk kez ayrı bir alan olarak algılanmaya başlanmıştır (D. Sayer, 1991:60-64). Gerstenberger, kapitalizmin ya da burjuva toplumunun yapısal önkoşulunun ekonominin politikadan ayrılması olduğunu söyler. Bu ayrımın gerçekleşmediği koşullar altında kapitalist sömürü biçimi baskın olamaz (1992:170). Bu çerçevede, yaşamın 'alanlarını' kapatan ve ayıran altyapı-üstyapı metaforu, burjuva ideolojisinin mistifikasyonlarını yeniden üreten bir şeydir. Kapitalizm içerisinde, toplumsal üretim ilişkileri birbirinden bağımsız ekonomik alan ve ekonomik olmayan alanlar biçiminde kendilerini gösterirler (Marsden, 1992:360). Sorun, Marksizm içinde dahi, bu görünümün sor-gulanmadan gerçeklik olarak kabul edilmesidir. İki alan arasında görünen ve gerçekte kapitalist topluma özgü olan bu ayrım, doğal kabul edilir, verili olarak algılanır ve tarihsel, mekansal özellikler gözardı edilmiş olur. Bu ayrı görünümlerin sorgusuz kabulü, toplumsal ve tarihsel ilişkiler bütününden soyutlanmış insan, ekonomi, devlet vb. kavramlarıyla burjuva ideolojisinin yeniden üretilmesine katkıda bulunmuş olur. Ekonomi, siyaset, devlet gibi kavramların şeyleştirilmesine ve mistifikasyonuna karşı, bu görüngülerin ve dolayısıyla içinde bulundukları toplumsal ilişkilerin tarihsel analizinin yapılması zorunludur. Marx'ın mülkiyet tanımı bu düşüncenin somutlandığı bir örnek oluşturabilir: Her bir tarihsel dönemde, mülkiyet farklı biçimde ve tamamen farklı toplumsal ilişkiler altında gelişmiştir. Dolayısıyla burjuva mülkiyetini tanımlamak, burjuva üretiminin tüm toplumsal ilişkilerini ortaya sermekten başka birşey değildir. Bağımsız bir ilişki, ayrı bir kategori, soyut ve ebedi düşünce olarak mülkiyeti tanımlamaya çalışmak, ancak metafiziğin ya da hukuk biliminin bir yanılsaması olarabilir (aktaran Sayer, 1987:21).Bu, Marx'ın "(...) toplumsal ilişkilerin soyut düşünsel ifadeleri" olarak tanımladığı diğer kavramsal kategoriler için de geçerlidir. Marx kategorilerin ifade ettikleri ilişkilerden daha kalıcı olmadıklarını, tarihsel ve geçici ürünler olduğunu ileri sürer (Sayer, 1987:126) Tüm bu noktalar gözönüne alındığında, devlet, toplum, ekonomi, sınıf, altyapı-üstyapı gibi toplumsal görüngüler arasında ontolojik bir ayrım olduğunu kabul etmek mümkün görünmemektedir. Bu görüngüler ve kategoriler, ancak ait oldukları toplumsal ilişkiler içinde tanımlanabilir. Dolayısıyla aynı toplumsal üretim ilişkilerine ait, içsel ilişkili görüngüler gerçekte birbirleriyle dışsal ilişkili olamaz ve bu anlamda aralarında da belirleyen-belirlenen ilişkisi kurulamaz. Bonefeld, toplumsal görüngüleri, onları kuran toplumsal ilişkilerin varolma biçimleri olarak tanımlar. Örneğin, ekonomi ve siyaset, birbirinden ayrı görünseler de, aynı sürecin uğraklarıdır (1992:99). Bu anlamda, ekonomi, siyaset ya da diğer toplumsal görüngüler arasında ontolojik bir ayrım tanımlamak anlamsızdır. 4. Sonuç: Yöntemden Siyasete
Bu görüngülerin biçimlerinin toplumsal üretim ilişkileri bağlamında tarihselliğinin, dolayısıyla dönüşüme açık oluşlarının vurgulanması, içsel ilişkiler felsefesini, bu biçimleri tarihdışı, doğal kategoriler olarak gören ve burjuva toplumuna ya da herhangi bir tarihsel-toplumsal üretim ilişkiler bütününe özgü biçimleri (ekonomi-siyaset ayrımı, devlet-sivil toplum ayrımı vs.) sorgusuz genelleştiren, Marksist olmayan yaklaşımlardan ya da belirli Marksist perspektiflerden ayırır. Gerçekçi-ilişkisel yaklaşımın toplumsal dönüşümün olanaklılığını vurgulayan
siyasi boyutuna ek olarak, siyasi anlamda bize sunduğu bir sonucu daha
vardır: Kapitalist toplumsal üretim ilişkilerinin çelişkileri her
ne kadar esasen ekonomik alanda kendilerini gösterseler ve 'ekonomi' bu
çelişkilerin billurlaştığı alan olarak görünse de, toplumsal üretim ilişkilerinde
bir dönüşümü hedef alan herhangi bir proje, içsel olarak aynı toplumsal
üretim ilişkilerinin biçimi olan bu görüngülerin tümünde, yani toplumsal
yaşamın her alanında bir dönüşümü hedeflemelidir.
Kaynakça
|
|